DEPRESYON ve PSİKOTERAPİ SÜRECİ

DEPRESYON NEDİR?


Depresyon sözcüğü sıklıkla, gündelik yaşamda çeşitli nedenlerle ve duruma bağlı olarak ortaya çıkan geçici üzüntü, keder, karamsarlık ve isteksizlik gibi olumsuz ruh hallerini ifade etmek için kullanılabiliyor. Ancak depresyon teknik bir kavram olarak, belirli bir süreklilik içinde bedensel, zihinsel, duygusal ve davranışsal boyutlarda deneyimlenen klinik bir tabloyu ifade eder. Üzüntü, keder, karamsarlık, isteksizlik, mutsuzluk gibi bazı depresyon belirtileri, çoğu kez, yaşamdaki kayıplar nedeniyle yaşanabilen geçici, olağan duygulardır.

Dünya genelinde 350 milyon, Türkiye’de de yaklaşık 2,5 milyon insanın depresyonla mücadele ettiği ve toplumdaki bireylerin %10-20’sinin, hayatlarının belirli bir döneminde klinik depresyonla karşılaştıkları ve kadınların depresyon yaşama riskinin erkeklere göre iki kat daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü, depresyonun, 2030’larda insan sağlığını etkileyen en önemli hastalık olacağını öngörüyor.

Depresyon teknik bir kavram ve iyileştirilebilir psikolojik bir sorun olarak, belirli bir süreklilik içinde bedensel, zihinsel, duygusal ve davranışsal boyutlarda deneyimlenen klinik bir tabloyu ifade eder.

KLİNİK DEPRESYONUN
BELİRTİLERİ NELERDİR?


Depresyonun zihinsel, duygusal, bedensel ve davranışsal boyutta ortaya çıkarttığı bazı belirtilerini aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz. Klinik depresyonun tanılanması psikiyatri hekimleri tarafından çok sayıda verinin, kendi mesleki deneyimleri ve çeşitli tanı kriterlerine göre değerlendirilmesiyle yapılacaktır. Ancak aşağıdaki belirtilerden 2-3 tanesi 2 haftadan uzun bir süre gözlemlendi ise bir uzman ile görüşmenin zamanı gelmiştir.

  • Sıkıntı, bunalma ve daralma hissi.
  • Uykusuzluk, uykuya dalamama, yataktan çıkmak istememe.
  • Ölme isteği, intihar düşünceleri ve girişimleri.
  • Aşırı duygusallık, alınganlık, güvensizlik ve kıskançlık duyguları ile sürekli ağlama isteği.
  • Baş, boyun, göğüs ağrıları, nefes alamama ve mide, bağırsak şikayetleri.
  • Vücutta yanma, ateş basmaları, bayılma ve kasılma nöbetleri.
  • Yaşamın anlamsızlığı duygusu.
  • Sinirlilik, gerginlik, sabırsızlık ve tahammülsüzlük.
  • Halsizlik, bitkinlik, enerji eksikliği, çabuk yorulma.
  • Özgüven ve özsaygı duygularının azalması, değersizlik duygularının artması.
  • Hiç kimse tarafından anlaşılmadığı, sevilmediği, istenmediği hissi.
  • Hiçbir iş yapmak istememe, her şeyi gözünde büyütme ve erteleme duygusu.
  • Sevdiklerini, yakınlarını kaybetme korkuları.
  • Mutsuzluk, üzüntü, keder duyguları. Daha önce keyifle yaptığı ilerden zevk alamama.
  • Yaşlılarda terk edilme, sevilmeme, yalnızlık ve işe yaramama duyguları.
  • Genel bir isteksizlik, hareketlerde azalma.
  • Unutkanlık, dikkatini toplayamama.
  • Cinsel isteksizlik, ereksiyon kaybı, orgazm olamama, kadınlarda adet düzensizlikleri.
  • İştah ve kilo kaybı ya da aşırı iştah nedeniyle kilo olma.
  • Sigara, alkol kullanımın artması ve madde kullanımına yönelme.
  • İnternet kullanımı, bilgisayar oyunları ya da kumar oynamada artış.
  • İçe kapanma, evden, yakınlardan, her şeyden uzaklaşma isteği.

Üzüntü, karamsarlık, mutsuzluk, isteksizlik gibi olumsuz duyguların, bedensel enerjinin azalması, halsizlik, uykusuzluk, sabahları yataktan çıkmak istememe, konsantrasyon güçlüğü, kendini işe verememe gibi belirtilerin yaygın bir şekilde, bir kaç haftadan uzun süre ve genelde gündelik yaşamdaki olumlu gelişmelere rağmen devam ettiği klinik bir tablodur.

DEPRESYON TÜRLERİ NELERDİR?


Ülkemizde yaygın olarak kullanılan DSM IV tanı kriterlerine göre klinik depresyon türleri aşağıdaki gibidir:

  • 1. Majör Depresyon
  • 2. Manik Depresif Bozukluk
  • 3. Distimik Depresyon
  • 4. Hamilelik ve Doğum Sonrası Depresyonları
  • 5. Menepoz Sonrası Depresyon
  • 6. Atipik Depresyon
  • 7. Reaktif Depresyon

DEPRESYON NASIL OLUŞUR?


Depresyon riski, ailelerinde ya da kendilerinde depresyon geçmişi olanlarda, bağımlı kişilik özelliği olan aşırı vicdanlı, katı, hata kabul etmeyen aşırı mükemmeliyetçi, zorluklara, eleştiriye gelemeyen kişilerde daha yüksektir. Depresyonun nedeni yada başlatıcısı olan diğer belli başlı risk etmenleri şunlardır:

  • Kronik fiziksel hastalıklar ya da yaşamı tehdit edebilecek ciddi ameliyatlar,
  • Yakınların ölümü ve kaybı,
  • Boşanma, ayrılık ve terk edilme,
  • Aile üyeleri, eşler ya da yakın arkadaşlarla yaşanan uzun süreli çatışma ve anlaşmazlıklar,
  • İş kaybı, ekonomik darboğazlar, emekli olma,
  • Olumsuz, zorlayıcı ve tehdit edici çalışma koşulları,
  • Okul, mahalle, şehir değişikliği, göçmenlik,
  • Deprem, sel gibi doğal felaketler,
  • Fizyolojik ya da ruhsal rahatsızlıklar için kullanılan bazı ilaçlar,
  • Sürekli, yoğun ağrılar, zorlayıcı tedavi süreçleri,
  • Eşler arasında yaşanan cinsel sorunlar,
  • Aşırı ve uzun süreli alkol ve madde kullanımları gibi nedenler depresyonu ortaya çıkartabilir.

Zorlayıcı yaşam olayları, kişiden kişiye değişen ölçülerde, klinik depresyonun risk etmenlerini oluşturur. Farklı kişilik yapıları benzer risk etmenlerinden etkilenip etkilenmeme açısından da farklılıklar gösterir.

DEPRESYONUN YAŞAMSAL SONUÇLARI NELERDİR?


Depresyon kısa sürede tedavi edilmediği durumlarda birey, aile ve toplum yaşamını çok ciddi boyutlarda etkileyen bir sorundur. Belli başlı etkilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Bireyin kendisinin ve ailesinin yaşam kalitesinin bozulması, çeşitli yeti kayıpları.
  • Evlilik ve ilişkide sorunlar, boşanmalarda artış.
  • Cinsel yaşamda sorunlar.
  • Aile, sosyal ve çalışma hayatında uyumsuzluklar.
  • İşgücü ve üretimde (özellikle birey ve ailesi açısından) kayıplar.
  • Sağlık harcamalarında artış.
  • Alkol ve madde kullanımına yönelme ya da kullanımında artış.
  • Fiziksel hastalıkların iyileşme sürecinde gecikme ya da yeni hastalıkların ortaya çıkması.
  • Ağır depresyon durumlarında intihar girişimleri ve yaşam kayıpları.

Depresyon, sadece depresyon yaşayan bireyin yaşamını zorlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda ailesinin ve sosyal çevresindeki kişilerin de yaşamını olumsuz olarak etkiler, aile, iş ve sosyal düzenini bozar.

KLİNİK DEPRESYONUN TEDAVİSİ


Bir hasta yakınmaları nedeniyle bir hekime başvurduğunda hekim öncelikle, hastanın yaşam ve aile öyküsünü, hastalık belirtileri ile klinik bulguları toplar. Topladığı verileri, deneyimleri ve belirli tanı kriterlerine uygun şekilde değerlendirerek, yakınmaların bir depresyon tablosu ile mi, başka bir ruhsal rahatsızlıkla mı, fiziksel hastalık ya da organik bir sorunla mı ilgili olduğunu belirler ve hastalığı tanılar. Tedavi süreci, hastanın özelliklerine, depresyonun türüne, belirtilerin yaygınlık ve şiddetine uygun şekilde düzenlenir. O nedenle depresyon tanısının konun uzmanları tarafından konmasının önemi büyüktür. Kendinizin ya da bir yakınınızın psikiyatrik bir sorun yaşadığını düşünüyorsanız, kendi kendinize tanı koymaya kalkmayın. Bu son derece sakıncalıdır. Mutlaka bir psikiyatri hekimine başvurun.

Bir duygudurum bozukluğu olan depresyon Hastalığı;

  • a) İlaç tedavisi,
  • b) Psikoterapi,
  • c) Hem ilaç hem de psikoterapinin birlikte kullanımı
  • d) Elektrokonvulsif terapi (EKT),
  • e) Fototerapi (Işık Tedavisi)

ile tedavi edilir.

Temel tedavi süreçlerine ek olarak destekleyici bazı psiko-sosyal etkinliklerden yararlanıldığı gibi, tamamlayıcı tıp alanındaki bazı olanaklardan da yararlanılabilir. Depresyon yaşayan insanların önemli bir kısmının, ekonomik ya da kendilerine özgü nedenlerle tedaviyi erteledikleri gibi, depresyonu tanımadıklarından ya da yaşadıkları sorunları gündelik hayatın olağan sonuçları olarak değerlendirdiklerinden tedaviye yönelmedikleri bilinmektedir. Bu grupta olup da hafif ve orta düzeyde depresyon yaşayan kişilerin depresyonları 3-6 aylık bir süre içinde kendiliğinden sonlanabilmektedir. Bu gruptan geriye kalanlar, ağırlaşan ve yaygınlaşan depresyonlar, intihar girişimleri ya da diğer psikiyatrik sorunlar nedeniyle hastaneler aracılığıyla tedaviye başlamak zorunda kalmaktadırlar.

Depresyon hafif ve orta düzeyde de yaşansa ciddi bir hastalıktır. Telafisi mümkün olmayan ya da bedeli ağır sonuçlarıyla karşılaşmamak için, kendi kendine geçmesi beklenilmemeli, tedavisi geciktirilmemeli ve mutlaka doğru, etkili tedavi süreçlerine yönelinmelidir.

Depresyonun tedavisi ile ilgili bir diğer husus, ikincil tür depresyonlarda ilaç tedavisinden ve psikoterapi uygulamalarından yararlanılmakla birlikte, kesin tedavi birincil sorunun çözümü ya da iyileştirilmesi ile mümkün olmasıdır.

İlaç Tedavileri:

Günümüzde hem ilaç sektöründeki gelişmeler hem de psikoterapi uygulamalarındaki gelişmeler nedeniyle, hafif ve orta düzeydeki depresyonların tedavisinde, sadece ilaç tedavisi ya da sadece psikoterapi tedavisi etkili olabilmektedir. Özellikle fizyolojik ve organik etkenlere dayalı depresyonlarda ilaçların daha kısa sürede ve daha etkili iyileşmeler sağladığı gözlenmektedir. İnsanların önemli bir kısmında ilaç (antidepresan) kullanımına karşı bir önyargı mevcuttur. Ancak ağır depresyonlarda, hastanın psikoterapi sürecine katılım kalitesi düşeceği ya da katılımı mümkün olamayacağı ve tedavinin gecikmesi daha ciddi sonuçlar doğuracağından acilen ilaç tedavisine yönelinmesi bir zorunluluk olmaktadır. Hastanın duygusal, zihinsel ve fizyolojik boyutlardaki olumsuz yaşantılarının ağırlığı nedeniyle bu süreçte psikoterapi uygulamalarının devreye girmesi tedaviyi olumsuz bir şekilde etkileyebilmekte, tedavinin gecikmesine ya da hastalığın ilerlemesine neden olabilmektedir. Bu tür durumlarda da psikoterapi sürecine ihtiyaç olmakla birlikte bu süreçteki terapiler daha özel koşullarda ve psikiyatri hekiminin denetiminde sürdürülür.

Psikoterapi tedavileri tekrarlayıcı ve istikrarlı bir süreci gerektirir. Özellikle psikoterapi uygulamaları sosyal güvenlik kurumları tarafından karşılanmadığı için hastalar ve aileleri için ciddi ekonomik yükler oluşturmaktadır. Yeterli ekonomik olanaklara sahip olmayan depresyon hastalarının istikrarlı bir psikoterapi sürecine katılabilmeleri mümkün olamasa bile, çeşitli sosyal güvencelerden yararlanarak sağlık kurumlarınca sağlanan ilaç tedavilerinden yararlanmaları mümkün olabilmektedir.

İlaç tedavilerine karşı önyargılar yanında ilaç tedavileri ile ilgili önemli bir husus, düzenli ilaç kullanma alışkanlıkları ile ilgili sorundur. Toplumsal kültürümüzden kaynaklanan bilinçsiz ve düzensiz ilaç kullanımı, hastaların kendilerini ve deneyimlerini ifade etmekteki güçlükleri, ara kontrol ve tetkiklerin ihmal edilmesi, zaman yetersizliği gibi nedenlerle tetkik ve tedavi süreçlerinin aceleye getirilmesi gibi hususlar ilaç tedavilerinin etkinliklerinin arzulanan ölçülerde ortaya çıkmasına izin vermemektedir. Ayrıca çok etkenli ve karmaşık bir doğası olan depresyon hastalığının belirgin semptomları ve öyküsü ortaya çıktığında konunun uzmanı olmayan hekimlerce tanılanmaması ve tedavisine başlanılması da diğer bir ciddi sorundur.

Psikoterapi:

Ağır düzeyde olmayan psiko-sosyal kökenli depresyonların tedavisinde sadece psikoterapi tedavisinden yararlanmak, daha kalıcı ve etkili sonuçlar oluşturabilmektedir. Fizyolojik ya da organik kökenli olsa dahi, her depresyonun psiko-sosyal bir boyutu bulunmaktadır. Ayrıca depresyonla ilgili çok sayıda araştırma sonucu, ilaç ve psikoterapi tedavilerinin birlikte uygulanmasının, daha kalıcı ve daha yüksek oranlarda iyileşme sağladığını ve hastalığın ilerleyen yıllarda tekrarlama riskini büyük oranda ortadan kaldırdığını göstermektedir.

Depresyon yaşantıları sadece hastalığı yaşayan bireyi değil, onun ailesini ve sosyal çevresini de olumsuz etkilemekte, onların da yaşam kalitesini düşürmekte ve bazı durumlarda onlarda da psikolojik sorunların ya da psikiyatrik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. O nedenle sadece hastanın değil, hasta yakınlarının da gözlemlenmesi ve psikoterapi sürecine katılmaları gereklidir. Psikoterapi süreci hastaya ve hasta yakınlarına sadece sağaltım hizmeti değil aynı zamanda koruyucu psiko-sosyal destek hizmeti sağlar.

Özellikle anne rahminden başlayarak, erken çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yaşanan zorlayıcı yaşantıların travmatik izleri, bilinçaltı düzeyde ortaya çıkan tıkanıklıklar ile hastalıklı kişilik yapılanmaları, koşullanma ve alışkanlıklar mutlaka etkili, doğru psikoterapik müdahaleleri gerektirir. İnsanlarda gözlemlenen yaygın kanılardan birisi; psikoterapi sürecinin, sadece insanların içlerini dökerek rahatlamalarını ve uzman önerileri ile rehberlik almalarını sağlayan, uzman olmayan herhangi birisiyle de yapabileceğimiz tamamen konuşmaya dayalı bir uygulama olduğudur. Bu kanı tamamen yanlış olmamakla birlikte eksiktir. Psikoterapi süreci, çeşitli yaklaşım, yöntem, teknik ve araçlardan yararlanarak, insanın derin doğasına uygun olumlu bir değişim yaratmayı amaçlayan bütüncül bir uygulamadır. Nedensel ve mantıksal konuşma, bilgi paylaşımı, farkındalık yaratma, anlayış ve içgörü oluşturma, yeni anlamlar yaratma, bilinçaltı eşleştirmeler ve hipnotik dil kalıpları, imgelemler oluşturma ve regresyon süreçleri gibi yöntem ve teknikler, psikoterapi’nin araçlarından bir kısmıdır.

Temel olarak psikoterapi süreci, hasta (psikoterapistler danışan demeyi tercih ediyor) ile psikoterapist arasında ‘iyileşme’ ya da ‘gelişme’ amacına yönelik etkileşimli bir işbirliği sürecidir. Prensipte gönüllü, istikrarlı ve etkin bir katılımı gerektirir.

Psikoterapi sürecinin etkinliğini azalan en önemli hususlar; bilinçsiz ve gönülsüz katılım, seanslara düzenli katılmamak, yeterli süre terapi sürecine devam etmemek, değişmeye ve iyileşmeye karşı oluşturulmuş direnç ile terapi süreci ve sonuçları açısından psikoterapiste karşı oluşmuş güvensizlik gibi hususlardır. Özellikle hastanın, hastalığı ve psikoterapi süreci ve sonuçlarıyla ilgili her türlü konuyu, kendi bilgi, anlayış ve deneyimleri çerçevesinde değerlendirerek hareket etmeye çalışması terapi sürecinin tamamlanmadan sonuçlanmasına neden olur.

Psikoterapist, psikodinamik, bilişsel-davranışçı ya da bütüncül yaklaşım gibi çeşitli yaklaşımlardan, hipnoterapi, NLP (Neuro Linguistic Programming), EFT (Emotional Freedom Technique), EMDR (Eye Movement Desensitization Reprocessing), Psikodrama, Aile Dizimi ve Grup Terapisi gibi tekniklerden yararlanarak amaç ve hedeflerine ulamaya çalışır.

Elektrokonvulsif Terapi (EKT):

Halk arasında Elektro Şok Tedavisi olarak da bilinen Elektrokonvulsif terapi (EKT) tedavisi, ilaç ve psikoterapi tedavisinin uygulanamadığı ya da acil cevap almayı gerektiren ağır depresyonlarla, psikotik özellikler gözlemlenen vakalarında kullanılır. Hızlı olumlu cevaplar alınmasına rağmen, vakaların %50’sinden fazlasında depresyonun 6 ay içinde tekrarladığı görülür. Bu nedenle tedavi süreci ilaç ve psikoterapi tedavileri ile sürdürülür ve tamamlanır.

Parlak Işık Tedavisi:

Doğal gün ışığının insan metabolizması ve psikolojisi üzerindeki olumlu etkileri bilindiğinden, özellikle mevsimsel depresyonun tedavisinde, UV ışığının filtrelenerek uygulanmasını sağlayan bazı cihazlardan yararlanılabilmektedir.

Tamamlayıcı ve Destekleyici Uygulamalar:

Psikoterapistler ya da hastalar, tamamlayıcı ya da destekleyici uygulamalardan da yararlanmaktadırlar. Ancak tamamlayıcı tıpla ilgili bu uygulamaların hekimlerin ve konunun uzmanı uygulayıcıların kontrolünde yapılması hayati öneme sahip bir husustur. Bu gruptaki yöntem ve uygulamaların tek başına kalıcı bir şekilde tedavi edici olamayacağını ve tamamlayıcı ya da alternatif tıp uygulaması olarak sunulan uygulama ve pazarlanan ürünlerin hiçbir şekilde tedavi edici özelliğinin olmadığının hatırlanması gerekir. Tamamlayıcı tedavilere ve destekleyici uygulamalara bilinen şu örnekleri verebiliriz:

  • • Homeoterapi
  • • Geleneksel bitki tedavileri
  • • Yoga ve meditasyon uygulamaları
  • • Spor, yürüyüş ve bedensel egzersizler,
  • • Hobi ve çeşitli beceriler
  • • Sanatsal etkinlikler

Depresyon İçin Koruyucu Öneriler:

Depresyon’un bir kısım nedenleri fizyolojik ve organiktir ancak önemli bir kısmı psikolojik ve yaşantısal etkenlerden kaynaklanır. İster fizyolojik ister çevresel olsun, yaşam tarzlarımız ve gündelik rutinlerimiz, ya depresyonu ortaya çıkartan, geliştiren ya da onu iyileştiren etkiler yaratır. Temelde kişinin içe dönük bir çökkünlük hali ile kendi varlığına yönelik kayıp duygusu içinde olması demek olan depresyon, kişinin dikkatinin, farkındalığının ve kaygılarının yeter ölçüde dışa döndürülmesiyle ve bazı derin ihtiyaçlarının karşılanması ile iyileşir. Basit bir liste hazırlarsak:

  • • Mutluluk, doyum ve uyum açısından tatmin olunan bir evlilik ve ilişki içerisinde olmak
  • • Mümkünse düzenli ve sağlıklı bir cinsellik yaşamak.
  • • İş ve çalışma hayatının sadece bir araç olduğunu unutmamak, işkolik olmamak.
  • • Mümkünse sevdiğiniz, üretken olduğunuz, asgari ölçüde bütünleştiğiniz bir işte çalışmak
  • • Beden bioritmine uygun saatlerde uyumak ve uyanmak, geç saatlerde uyanık kalmamak.
  • • Kaliteli uyku uyuyabilmek için gerekli önlemleri almak.
  • • Yatak odasında, gürültüsüz ve ışıksız bir ortamda uyumak.
  • • Uyumaya yakın saatlerde televizyon izlememek, bilgisayar başında olmamak.
  • • Düzenli ve sağlıklı beslenmek, yavaş yemek yemek
  • • Yürüyüş, spor, jimnastik, yoga ve meditasyon gibi düzenli egzersizler yapmak
  • • Düzenli ve sık aralıklarla şehir dışına, doğaya çıkıp yürüyüş veya piknik yapmak
  • • Hobi, boş zaman uğraşları edinmek, sosyal aktivitelere katılmak.
  • • Karamsarlık yaratan müzikler değil kaliteli ve yatıştırıcı müzik dinlemek
  • • Yeterli sıklıkta dost, akraba ve arkadaşlarla vakit geçirmek

Hayata, hayatın olaylarına karşı olumlu bir bakış, çevresel ve sosyal kaynaklar ile fırsatlara odaklı bir farkındalık geliştirmeye çalışmanın, bu yönde pratikler yapmanın, hem depresyona hem de diğer ruhsal sorunlara karşı en etkili önlem olacağını ifade ederek yazımızı bitirelim.

Depresyon tedavisinin öncelikli amacı öncelikle zorlayıcı ve yıkıcı belirtilerini yok etmek olmakla birlikte, temelde psikolojik alt yapıların yeniden düzenlenerek, iyileştirilmesini ve kişilik yapısının güçlendirilmesinin amaçlar. Kalıcı iyileşme ve hastalığın tekrarlamaması için tedavi sürecini tamamlamak önem arz etmektedir.

parallax background